Yaratmak Allahü tealaya mahsustur.   Leave a comment

Mecaz olarak da, meydana getirmek veya keşf etmek manasında da olsa,
 
 insanlar için yaratıcı demek yanlıştır.
 
(Elektrik ampulünü Edison yarattı)
 
diyenler oluyor.
 
 
 Fonograf, megafon, elektrik ampulü gibi aletleri ilk defa bulan Edison;
 
bunları yaratmamış, 
 
sadece keşf etmiş yani yaratılmasına, icad edilmesine sebep olmuştur.
 
Bunları yaratan, icad eden Allahü teâlâdır.
 
Hadis-i şerifte,
 
(Allah, her sanatkârın ve sanatının yaratıcısıdır)
 
buyuruldu. (Buhari)
 
 
Demek ki, Edison’u da, elektrik ampulünü de yaratan Allahü teâlâdır.
 
 Edison’un bunları yaratması şöyle dursun,
 
 mevcut maddeleri bir araya toplayıp,
 
yeni aletlerin yaratılmasına sebep olurken, elinin, ayağının, gözünün,
 
diğer duygularının, çeşitli hücrelerinin, kalbinin, ciğer, böbrek ve
 
diğer organlarının işlemesinden ve kullandığı maddelerin,
 
 
 aletlerin yapısından, içlerindeki atom, proton kuvvetlerinden haberi yoktu.
 
Böyle birine yaratıcı denilir mi?
 
Yaratıcı; bunların en ufağını, en incesini, hepsini bilen, hepsini yapandır
 
Ki, bu da ancak Allahü teâlâdır. 

Yaratmak değil keşfetmek denir

Sual: S. Ebediyye’de, (Yaratmak, hiç yoktan var etmek veya mevcut şeyleri, fizik, fizyolojik veya metafizik kanunlarla, bir şekilden başka hassalı şekillere çevirmek demektir) deniyor. Buna göre, bilim adamlarının, fizik, kimya kanunları ile meydana getirdikleri yeni bir işe, yaratmak demek caiz olur mu?
CEVAP
Hayır, caiz olmaz. Burada, Allahü teâlânın iki türlü yaratması bildiriliyor:

Birincisi: Ol der, o şey var olur. Yani hiç yoktan yaratır. Kâinatın yoktan var edilmesi, hidrojen, oksijen gazlarının yaratılması, böyledir.

İkincisi: Sebepler vasıtası ile yaratmaktır. Allahü teâlâ sebeplere, iş yapabilecek tesir, kuvvet vermiştir. Bu kuvvetlere, tabiat kuvvetleri, fizik, kimya ve biyoloji kanunları denir. Mesela, iki hidrojen atomu ile bir oksijen atomundan su meydana getirmiştir. İnsanları, hayvanları, bitkileri yaratması da böyledir.

Bilim adamları, oksijen, hidrojen gibi gazları, cıva, bakır, petrol gibi maddeleri yoktan meydana getiremezler. Teknoloji, bilim ne kadar gelişse de bir karınca, bir buğday tanesi yapmak mümkün değildir.

Yaratmak, icat etmek Allahü teâlâya mahsustur. Bilim adamları, yoktan bir şey meydana getiremezler, sadece Allahü teâlânın yarattığı mevcut şeyleri, yine Allah’ın koyduğu fizik, kimya ve biyoloji kanunları ile bir araya getirerek, yeni şeyler bulurlar. Buna da yaratmak denmez, keşfetmek, bulmak denir.

Allahü teâlânın sonsuz kudretini gösteren, insanların yapmalarının mümkün olmadığı işlere birkaç örnek verelim:

1- İnsanlar asırlardır, enerjisiz veya yakıtsız çalışan makine yapmaya çalışmışlarsa da, netice alınamadı. Bu da fizik ve kimya ilmine göre, imkânsızdır. Enerjinin korunumu prensibine göre, enerji şekil değiştirirse de, insanlar tarafından var ve yok edilemez.

2- Katı, sıvı, gaz haldeki bütün maddeler ısınınca, hacimleri büyür, yoğunlukları azalır. Su bu kurala uymaz. Su buz haline gelince yoğunluğu azalır, Su üstünde durur. Azalmayıp buzlar dibe çökseydi, denizlerdeki canlılar yaşayamaz ölürdü.

3- Bir metal atomu, başka bir metal atomu ile birleşemez. İki elementin birleşmesi için farklı elektrik taşıması şarttır.

4- Güneş, dünyadan 149,5 milyon km uzaktadır. Bu mesafe, çok yakın olsa canlılar sıcaktan yanar, çok uzakta olsa, soğuktan donardı. İnsanlar güneşi istedikleri yere getiremezler.

5- Işık hızı, saniyede 300 bin km.dir. Bu hızı insanların aşması imkânsızdır. Bu hız aşılırsa, rölativite [izafiyet] teorisine göre, maddenin kütlesi sonsuza gider. [1/0 yani bir bölü sıfır, sonsuz olduğu için.]

 

Maliki’yi taklitte nelere dikkat edilecek   Leave a comment

Sual: Diş dolgusu, idrar ve yel kaçırma veya bir akıntı sebebiyle Maliki’yi taklit eden, nelere dikkat eder?
CEVAP
Maliki mezhebini taklit eden Hanefi, sadece gusülde, abdestte ve namazda, kendi mezhebinin şartlarına ilaveten Maliki’nin farzlarına uyup müfsitlerinden kaçar. Diğer hususları aynen Hanefi gibi yapar. Sünnet ve mekruhlarda kendi mezhebine uyar.

Hanefi’den farklı olan durumlar şunlardır:
1- Gusülde niyet, muvalat ve delk farzdır.

a)
Gusül, abdest ve namaza başlarken niyette Maliki mezhebine uymaya niyet etmelidir. [Abdest aldıktan veya guslettikten yahut namaz kıldıktan sonra, Maliki’ye uymaya niyet etmediğini hatırlasa, (Bu abdesti veya guslü Maliki’ye göre aldım, namazı Maliki’ye göre kıldım) derse, yeniden abdest alması, gusletmesi veya namaz kılması gerekmez.]

Niyet
, gusle başlarken yapılır. Unutulursa gusülden sonra hatırladığı zaman niyet etmesi de sahihtir. Gusle başlarken cünüplükten temizlenmeye diye niyet edilir; cünüp olduğunu bilerek gusleden, zaten buna niyet etmiş demektir.

Muvalat
, uzuvları ara vermeden yıkamaktır.

Delk
, yıkanan yerleri el veya havlu ile hafif sıvazlamaktır. Dokunmak da delk yerine geçer.

b)
Gusülde saçı hilallemek, [saç arasına iki elin parmaklarını sokup çekmek] farzdır. [Hilallemek, tarakla da yapılabilir.]

c)
Kadın, gusülde, saçların dibine, yani başındaki deriye su ulaşabiliyorsa, saçındaki örgüyü çözmez. Yani, örülü saçın dibi ıslanınca, çözmeden örgünün üstünü ıslatmak yeterlidir. Saç dibi ıslanmazsa, örgüyü açmak gerekir. Örülmemiş saçların her tarafını da yıkamak farzdır. [Hanefi’de de böyledir.]

d)
Gusülde yıkamadık yer kaldığını bir ay sonra bile hatırlasa, yalnız orayı hemen yıkaması gerekir. Yıkamazsa guslü bâtıl olur.

2-
Abdestte; niyet, muvalat, delk, başın tamamını meshetmek farzdır. Niyet; elleri, ağzı, burnu veya yüzü yıkarken yapılır.

a)
Abdestte kaşların ve kirpiklerin altındaki deriyi yıkamak, kulak arkasıyla saç arasındaki deriyi ve kulak memesi önündeki saç ve deriyi mesh farzdır.

b)
Altında deri görünen hafif sakalı mesh, kesif sakalı yıkamak farzdır.

c)
Kadın, saçının hepsini mesheder. Örülü saçını açmaz. Örgünün üstünden mesheder.

d)
Ayak parmaklarını hilallemek müstehaptır. Abdest alırken el parmakları açılıp kapandığı için kendiliğinden delk meydana gelir. Ayrıca hilallemek gerekmez. Hilallemenin mahzuru olmaz.

3-
a) Oğlana, hanımına veya yabancı kadına [Cildine veya saçlarına] şehvetle dokunan erkeğin, erkeklere şehvetle dokunan kadının abdesti bozulur. Şehvetsiz dokunursa abdest bozulmaz. [Kendi ön edep yerine, elinin içi ile veya parmak uçları ile dokunan erkeğin abdesti bozulur.]

b)
Kan, irin, sarı su hastalık sebebiyle çıkarsa, yel elde olmadan kaçarsa, idrar tutulamasa, bunlar abdesti bozmaz. Bunun gibi, kadınlardaki akıntı da abdesti bozmaz.

c)
Saç tıraşı olunca, tırnak kesilince abdest bozulmaz. Sakal tıraşı olunca bozar diyen âlimler de olduğu için, jiletle veya ustura ile sakal tıraşı olunca, abdest almak iyi olur.

d)
Abdesti bozulduğunu bilip, sonra abdest aldığında şüphe ederse, abdest alması gerekir. Abdest aldım mı almadım mı, abdestim bozuldu mu, bozulmadı mı diye şüphe edenin abdesti bozulmuş olur. Eğer, abdest aldığını ve bozulmadığını hatırlarsa abdesti bozulmuş olmaz.

e)
Hanefi’de, namazda iken uyumak abdesti bozmaz. Namaz dışında yan yatarak, bir şeye dayanarak uyumak abdesti bozar; fakat Maliki’de, uyku ağır değilse bozmaz. Ağır ise bozar. Mesela tehiyyatta uyuyup kalırsa abdesti bozulur; ama hafif şekilde uyusa, abdesti bozulmaz. Kıyamda iken uyursa yine bozmaz. Yani ayakta uyumak bozmaz.

4-
Teyemmüm, namaz vakti girdikten sonra yapılır.

5-
a) Mestin üst ve altı tamamen meshedilir. Mesti, ayağı yıkamak meşakkatinden dolayı giymek sahih olmaz. Sünnete uymak veya soğuktan korunmak niyetiyle giymek gerekir. Hiç niyet etmeden giyse, sonra bu mesti sünnete uymak niyetiyle giydim dese yine niyeti sahih olur.

b)
Mest üzerinde hiç necaset olmaması gerekir, mestin temiz olması farzdır.

c)
Mest deri ve benzerinden olur, yünden olmaz.

d)
Maliki’de mestin mesh müddeti yoktur. Cünüp olana kadar çıkarmak gerekmez. Sadece Cuma günleri gusül için çıkarmak sünnettir. Maliki’yi taklit eden, 24 saatten fazla giyemez. Çünkü kendi mezhebi olan Hanefi’den çıkmış sayılmaz.

6-
Namazda her rekatta Fatiha okumak, iki secde arasında oturmak, rükuda, secdelerde tumaninet, yani sakin durmak ve namaz sonunda selam vermek farzdır. [Cemaat, imam arkasında Fatiha okumaz. Aynı Hanefiler gibi yapılınca bu farzlar da yerine gelmiş olur.]

7-
Yatsı namazının son vakti gecenin ilk üçte biridir. Bir zaruret olursa imsak vaktine kadar kılınır.
[Dinimizde şer’i gece, akşamla imsak vakti arasıdır. Bu vâkit üçe bölünür, çıkan, akşam vaktine eklenirse, gecenin üçte biri bulunmuş olur.]

8-
El üzerine secde sahih değildir. Şafii ve Hanbeli’de de böyledir. Hanefi’de tenzihen mekruhtur.

9-
Fasık veya bid’at ehli imama uymak sahih değildir.

10-
Maliki’yi taklit eden, bir ihtiyaç olunca seferde Maliki’yi taklit ederek iki namazı cem edebilir.

11-
Seferde giriş çıkış günü hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden mukimdir. 4 günden önce biteceğini sandığı işi için gittiği yerde, belki yarın giderim diye 18 günden çok kalınca mukim olur.

12-
Seferde 10 gün kalan 15 günden az kaldığı için Hanefi’ye göre misafir sayılırsa da Maliki’ye göre mukim sayılır. Çünkü giriş-çıkış günleri hariç, 4 gün veya daha fazla kalmaya niyet eden Maliki’de mukim olur. 3 gün veya daha az kalırsa seferi olur. Eğer Hanefi’ye uyup, 3 günden fazla kaldığı yerde 2 rekat kılarsa, namaz sahih olmaz. Çünkü Maliki’de mukim olanın 4 rekat kılması farzdır. Hanefi’de ise seferde 4 rekat kılmak mekruhtur. Maliki farz dediği için farza uyulur, 4 rekat olarak kılınır.

Giriş çıkış gününde ölçü imsak vaktidir. Gün, oruçta olduğu gibi imsak vaktinde başlar. Ertesi günü imsak vaktine kadar devam eder.

Mesela, İstanbul’a imsaktan sonra, sabah ezanı okunurken giren kimse, giriş günü olduğu için o günü saymaz. Eğer imsak vaktinden önce girerse, imsak vaktinden sonraki gün giriş günü olmaz. İmsak vaktinden sonra çıkarsa, o gün çıkış günüdür.

Demek bir kimse, bir yere güneş doğarken girse, o gün giriş günü olduğu için hesaba katmaz. Üç gün kaldıktan sonra, dördüncü günü imsaktan sonra, mesela güneş doğarken oradan çıksa, giriş-çıkış günleri sayılmadığı için o kimse, üç gün o yerde kalmıştır ve seferidir. (Menahic-ül- ibad)

80 km’lik mesafeye gidince Maliki’de seferi olursa da, Hanefi’de seferi olmaz. Burada Maliki’ye uyup 2 rekat kılınırsa, Hanefi’ye göre namaz sahih olmaz, 4 rekat kılması farzdır.

Bir mezhebi taklit, kendi mezhebinden çıkıp, o mezhebe girmek demek değildir. O mezhepteki taklit edilen meselenin yalnız farzlarına ve müfsitlerine uyulur. Hanefi’de sünnet olan bir şey, Maliki’de mekruh olsa da yapılır. Mesela:

a)
Hanefi mezhebinde, namaz kılarken, Fatihadan önce, Euzü Besmele çekmek sünnet, Maliki’de mekruhtur. Maliki’yi taklit eden, Euzü Besmele okur.

b)
Maliki’de Sübhaneke okumak mekruh, Hanefi’de sünnettir. Maliki’yi taklit eden Sübhaneke okur.

c)
Bir kadının muayyen hâli 13 gün devam ediyorsa, bu kadının Hanefi’ye göre 10 günden sonrakiler özür olduğu için gusledip namazlarını kılar. Maliki’de, muayyen hâl 15 güne kadardır. 15 güne kadar kan kesilmeden namaz kılamaz. Böyle kadın, 15 güne kadar kan kesilmezse, bekler. 16. günü gusledip namaza başlar. Hanefi’nin farz dediği 10 günden sonrakileri de kaza eder. Nifastaki durum da aynıdır. Yani Maliki’ye göre nifas olup da Hanefi’ye göre nifas olmayan günlerde kılınamayan namazlar sonradan kaza edilir. Böylece her iki mezhebin farzlarına uyulmuş, müfsitlerinden kaçılmış olur.

Nakleden aziz olur   1 comment

 Şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyaya düşkün âlim ve ilimsiz sofu.

* Ne söyleyeceğine ve ne zaman söyleyeceğine dikkat et!
* Kişinin kelâmı, aklının beyânı, faziletinin tercümanıdır.

* Âlimlerin ziyneti; bilmiyorum demektir. Cahiller, atar atar söyler. Âlim, her kelimeden korkar, vesika bulmadan söyleyemez. Her suale cevap vermek, bir âlim için ahmaklık işaretidir.

* İnsanların çektikleri sıkıntıların sebebi kötü din adamlarıdır. Kötü din adamları, mahsulün önündeki suyu kesmiş kaya’lara benzer. Suyu bırakmazlar ki mahsul sulansın, hayat bulsun. Taş oldukları için, kendileri de istifade edemez.

* En iyi âlim, en iyi insan nakledendir, vasıta olandır. Kendinden söyleyen ve kendine bağlayan değil. Sakın ola ki, kendinizden bir şey söylemeyin. Dinimiz nakil dinidir. İman ibadet bilgileri kıyamete kadar aynıdır, değişmez. Naklederseniz aziz olursunuz, nakle dayanmadan anlatırsanız rezil olursunuz. Ehl-i sünnet itikadını, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetli eserlerini yayın. Doğru iman ibadet bilgilerini duymak insanların en tabii hakkıdır. Bu kıymetli ve şerefli bir hizmettir.

* Âlim kimdir? Işığı karanlığı gören kimsedir. A’maya (kör olana) hep karanlıktır. Âlim, hakkı bâtıldan ayırt eden insandır, İslam âlimlerinden nakil yapan kişidir.

* Âlimleri hafife alanların ahireti, ümerâyı hafife alanların dünyası, dostlarını hafife alanların mürüvveti yıkılır.

* Ahirette en bedbaht insan, hak diye gidecek öbür tarafa, bir de bakacak ki bâtılla uğraşmış, yani Cenab-ı Hakkın razı olmadığı bir yolda bulunmuş, razı olmadığı, sevmediği, beğenmediği bir şekilde amel etmiş, eyvaah ne olacak benim hâlim şimdi diyecek. Hak, ehl-i sünnet itikadı ve gereklerini yapmaktır. Bâtıl, buna uymayanlardır.

* Her ne olursa olsun, insanın iki şeyden birine tâbi olmak durumu vardır. Ya kendine tâbi olur ya bir âlime tâbi olur. Kendine tâbi olan kendi gibi olur. Ama bir âlime tâbi olan, bir âlimin sözüne mesela İmam-ı Rabbani hazretlerinin sözüne göre hareket eden insan, olgunlaşır, yavaş yavaş zamanla fazilet sahibi bir insan olur. Çünkü tâbi olunca, adeta onun kalbi ile sizin kalbiniz arasında bir hat kurulur ve onun kalbinden fışkıran iman dolu ihlas, muhabbet, Allahü teâlâya karşı olan muhabbeti, Peygamber efendimize olan tâbiiyeti size inikas eder, size de akseder. Aynı, karpuzun güneşin karşısında olgunlaşması gibi olur da, karpuzun haberi bile olmaz.

* Hiç kimse yağmura tepsi tutarak su biriktirmez. Cenab-ı Hak bu yağmuru toprağa indirir. Toprakta bu yağmur süzülüyor, kanallar meydana geliyor. Bu kanallar tekrar dünyaya çıkıyor. Tertemiz su belirli bir yerde toplandıktan sonra dağılıyor ve herkes bir musluğa gelip su içiyor. Yani esasında her yere yağan rahmet, su, bir musluktan içilmek ihtiyacına haiz. Musluğa gitmeyen suya kavuşamaz. Onun için kavuştuğumuz muslukların yani mezhep imamlarımızın, ehl-i sünnet âlimlerinin kıymetini iyi bilelim. Su orda var çünkü. Evet su her yerde var ama dereden de akıyor, yoldan da akıyor, havadan da akıyor. Temiz su, kontrolden geçmiş sudur. İdarenin tasdik ettiği, izin verdiği suyu ancak içebiliyorsun, diğerlerini mühürlüyorlar çünkü. Mühürlenmiş suyu içemezsiniz. Arzu ettiğiniz suyu içemezsiniz. Size verilen suyu içeceksiniz. Onun için bu suyun kıymetini bilin, bu muslukların kıymetini bilin. Ancak böyle kurtulmak mümkün olacaktır.

Posted Kasım 8, 2009 by bulutbey79 in HİKMET EHLİ ZATLAR BUYURUYORKİ

Araçlar ‹ Bulutbey79's Blog — WordPress   Leave a comment

Araçlar ‹ Bulutbey79’s Blog — WordPress.

Posted Eylül 4, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Müslimânin vazîfeleri..‏   Leave a comment

Müslimânın birinci vazîfesi, nefsine, şeytâna uymayıp ve kötü arkadaşlara,

azgın, âsî kimselere, anarşistlere aldanmayıp,

kanûna karşı suçlu olmakdan,

Allahü teâlâya karşı da günâh işlemekden sakınmakdır.

Allahü teâlâ kullarına üç vazîfe verdi:

Birincisi, şahsî vazîfesidir. Her müslimân, kendini iyi yetişdirecek,

sıhhatli, edebli, iyi huylu olacak, ibâdetlerini yapacak, i

lm ve güzel ahlâk öğrenecek, halâl lokma kazanmak için çalışacakdır.

İkinci vazîfesi, âile içindeki vazîfesidir.

Zevcesine, ana-babasına,

çocuklarına, kardeşlerine olan haklarını yapacakdır.

Üçüncü vazîfesi, cem’ıyyet içindeki vazîfeleridir.

Komşularına, hocalarına, talebesine, âilesine, emrinde olanlara, hükûmete ve devlete, bütün vatandaşlara, dîni ve milleti başka olanlara karşı vazîfeleridir. Herkese iyilik etmesi, eli ile, dili ile kimseyi incitmemesi, kimseye zarar vermemesi, hiyânet etmemesi, herkese fâideli olması, devlete, hükûmete, kanûnlara karşı, hiç ısyân etmemesi, herkesin hakkını, vergilerini hemen ödemesi lâzımdır. Allahü teâlâ, hükûmet, devlet işlerine karışmayı emr etmedi.

Hükûmete yardım etmeği, fitne çıkarmamağı emr etdi.]

Posted Temmuz 29, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Araçlar ‹ Bulutbey79's Blog — WordPress   Leave a comment

Araçlar ‹ Bulutbey79’s Blog — WordPress.

Posted Temmuz 28, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Kurtuluşa gelin   Leave a comment

Kurtuluşa GELİN

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
8 Cennetin 8 Kapısı 8 anahtarı vardır ve. Bu anahtarlardan Birincisi, beş Vakit Namaz kılan Müminlerin imanıdır. İkincisi, Besmele-i şeriftir. Altısı da, Fatiha-i şerifenin içindedir. Fatiha 6 Ayet-i Kerime var zaten suresinde. Allahu teâlâ, Onu Bize namazda Fatiha-i Şerife okutuyor. Müslüman namaza durduğu Zaman Cennetin 8 Kapısı birden açılır; çünkü imanı olan namaza durur. Namazda onu rekâtta Besmele okunur. Anahtarlardan ikisi Bunlar. Diğer altısı da Fatiha-i şerifede gizli. Her namazda da, onun rekâtta da Fatiha-i Şerife var. İşte Müslüman namaza durduğu Zaman 8 Cennetin 8 Kapısı açılır. Namazdayken vefat etmek büyük nimettir.
Birisi Bizim istediğimizi yapmasa, hayır dese, çok kızarız Ki, biz bir kuluz, o da bir KUL. Hâşâ, ne onun hücrelerini, kalbini çalıştıran biziz, NE DE onun rızkını veren biziz. Hele Bu söz dinlemeyen, evladımızsa, daha çok kızarız. Allahu teâlâ, (Bütün kullar Benim ıyalim) buyuruyor. Yani hâşâ, benzetmek gibi olmasın, bir Aile efradı nasılsa, bütün kullar öyle. Böyle bir yüce Rabbe karşı ki, Cenab-ı Hak, (Eğer Benim boyutunu verdiğim nimetleri Yazmak için, bütün ağaçlar Kalem olsa, bütün denizler mürekkep olsa, bu nimetleri yazsa, deryalar ısıran, yine Benim verdiğim nimetler bitmez) buyuruyor. Güneş, AY ve bütün yıldızlar, topraktaki bütün Bitkiler, bütün böcekler, havadaki mikroplar, karadaki ve denizlerdeki hayvanlar, kâinatta aklımıza gelebilen ne varsa, Allahu teâlâ, (Bunların hepsini Sizin istifadeniz için yarattım) buyuruyor. Bundan Mutlaka dolaylı veya dolaysız, insanlara Fayda vardır.
Namaz kılmayan bir İnsan, böyle yüce olan Allah’a, Bize Bu kadar nimetler bahşeden Rabbimize, hayır diyor, ben gelmiyorum diyor. Ezanda, (hayye-alel-felâh) yanı kurtuluşa GELİN deniyor. Kurtuluşun namazda olduğu bildiriliyor. Namaz kılmayan ise, (Ben gelmiyorum) diyor. Öğleyin, ikindi, Akşam, yatsıda bir daha, GELİN kurtuluşa … Namaz kılmayan etmek yine, (Ben gelmem) diyor. Yani boğulmakta olana diyorsunuz ki, şu Elini uzat, seni boğulmaktan kurtaracağım, vermiyorum diyor. Yahut da damdan düşmek üzere olan Adama, jel diyorsunuz, Elini tutacağım, gelmiyorum diyor. Ne deriz sonunda. Kardesim ne yapayım, bu kadar El uzattık. Ömrümüz boyunca kurtuluşa jel deniyor, gelmiyor. Ondan sonra da çukura düşüyor. Sonra da, (Ya Rabbi Niçin attın Beni Buraya?) Diyecek, hiç böyle şey OLUR MU?

Posted Temmuz 27, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Dünya sevgisi günahların başıdır   Leave a comment

Dünya sevgisi günahların başıdır
27.07.2009

İnsanın üç hali vardır ki bunlar, dünya, kabir ve ahiret halleridir. İnsan, Allahü teâlâya ibadet ederse, dünyada işlerini kolaylaştırır, kabirde ona acır ve ahirette de onun günahlarını affeder.

Üzerinde yaşadığımız arz küresine dünya denmektedir. Dünya kelimesinin diğer anlamı, alçak şeyler demektir ki, dinimizin kötülediği bunlardır. Hadis-i şerifte; (Den’i, alçak şeyler melundur) yani (Dünya melundur) buyurulmuştur.

Bu hadis-i şerifte kötülenen dünya yani alçak şeyler, küfre, inkâra sebep olanlar, Allahü teâlânın yasak ettiği haramlar ve mekruhlardır. Mal kötülenmemiştir. Çünkü cenâb-ı Hak mala, hayır adını vermektedir. Dinimizde kötülenen, malın kendisi değil, sevgisidir.

Muhabbet, sevmek, hep beraber olmayı istemek, beraber olmaktan zevk, lezzet duymak demektir. İnsan sevdiğini hiç unutmaz. Muhabbetin yeri ise kalbdir. Küfrü, inkârı, haramları, mekruhları sevmek, beğenmek küfür olur. Farzları, sünnetleri, beğenmemek de küfür olur, dünya olur. Müslüman olmak için, dünyaya yani haramlara kıymet vermemek lazımdır. Zira Peygamber efendimiz; (Dünya sevgisi, bütün günahların başıdır) buyurmuşlardır.

Dünyayı seven, hatırlayan kalb, hasta demektir. Kalbin temiz olması, dinimizin dünya olarak bildirdiği şeyleri sevmekten, hatırlamaktan kurtulması demektir. Kalb hastalığının ilacı ise, İslamiyet’e uymak ve Allahü teâlâyı çok zikretmek, hatırlamak, kalbe yerleştirmektir.

Dünyaya yani haramlara, mekruhlara düşkün olmak, her türlü kötülüğe yol açar. Hased, hırsızlık, rüşvet, kibir gibi haramlara sebep olur. Cahil din adamlarının kibirli olmaları, hep dünyaya düşkün olmalarından ileri gelmektedir.

Bu dünya nimetleri geçici ve aldatıcıdır. Bugün bizim ise de, yarın başkasının olacaktır. Ahirette ele geçecek olanlar ise sonsuzdur ve bu dünyada iken kazanılır. Zira dünya ile ahiret, birbirinin tersidir. Birini sevindirmek, ötekinin gücenmesine sebeb olur. Bu birkaç günlük hayat, eğer dünya ve ahiretin en kıymetli insanı olan Muhammed aleyhisselama tabi olarak geçirilirse, sonsuz kurtuluş umulur. Ona uymadıkça, her yapılan hayır, iyilik, burada kalır, ahirette ele bir şey geçmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Dünya sizin için yaratıldı. Siz de ahiret için yaratıldınız! Ahirette ise, Cennetten ve Cehennem ateşinden başka yer yoktur.)

Bu dünya, ahiretin tarlasıdır. Burada tohumlarını ekmeyip yiyenler, böylece bir tohumdan kat kat meyve kazanmaktan mahrum kalanlar, ne kadar talihsizdirler. Kardeşin kardeşten kaçacağı, ananın evladını tanımayacağı o gün için hazırlanmamak, akılsızlıktır. Böyle kimseler, dünyada da, ahirette de zarardadır ve sonunda pişman olacaklardır. Aklı başında olan bir kimse, bu dünyayı fırsat bilir. Bu kısa zamanda, yalnız dünya lezzetleri ile zevklenmek için değil, belki bu fırsatta, tohum ekmek ve bir hayırlı iş yani Allahü teâlânın beğendiği işi yaparak, âyet-i kerimelerde bildirilen kat kat fazla meyveleri toplamayı istemelidir. Cenâb-ı Hak, bu kısa zamanda yapılacak hayırlı işlere ve ibadetlere, sonsuz nimetler ihsan edecektir. Peygamberine tabi olmayan, İslamiyet’i beğenmeyenlere de, sonsuz azab yapacaktır.

Netice olarak, dünyaya yani haramlara, mekruhlara düşkün olmak, bunları sevmek, her türlü kötülüğün, günahın işlenmesine sebep olur. Dünyaya düşkün olanların en kötüleri de, Allahü teâlânın sevdiklerini sevmeyen, kötüleyenlerdir. Bu sebeple dünyanın geçici lezzetlerine aldanmamalı, ölümü hatırlamalı, ahiretin dehşet ve şiddetini göz önüne getirmelidir. Kısacası, yüzü dünyadan ahirete çevirmelidir. Dünya işleri ile zaruret miktarı uğraşmalı, başka zamanlarda, hep ahireti kazandıracak işleri yapmalıdır. Sözün özü, gönül Allahü teâlâdan gayrisine tutulmaktan kurtulmalı, beden ve organlar da, İslamiyet’e uymakla süslenmelidir. Peygamber efendimizin buyurduğu gibi:
(Dünyaya, burada kalacağınız kadar, ahirete de, orada kalacağınız kadar çalışınız!)


Posted Temmuz 27, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

Hello world!   1 comment

Welcome to WordPress.com. This is your first post. Edit or delete it and start blogging!

Posted Temmuz 27, 2009 by bulutbey79 in Uncategorized

kurtuluşa gelin   1 comment

Kurtuluşa gelin
 
Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:
8 Cennetin, 8 kapısı ve 8 anahtarı vardır. Bu anahtarlardan birincisi, beş vakit namaz kılan müminlerin imanıdır. İkincisi, Besmele-i şeriftir. Altısı da, Fatiha-i şerifenin içindedir. Fatiha suresinde zaten 6 âyet-i kerime var. Allahü teâlâ, her namazda bize Fatiha-i şerife okutuyor. Müslüman namaza durduğu zaman Cennetin 8 kapısı birden açılır; çünkü imanı olan namaza durur. Namazda her rekâtta Besmele okunur. Anahtarlardan ikisi bunlar. Diğer altısı da Fatiha-i şerifede gizli. Her namazda da, her rekâtta da Fatiha-i şerife var. İşte Müslüman namaza durduğu zaman 8 Cennetin 8 kapısı açılır. Namazdayken vefat etmek büyük nimettir.
Birisi bizim istediğimizi yapmasa, hayır dese, çok kızarız ki, biz bir kuluz, o da bir kul. Hâşâ, ne onun hücrelerini, kalbini çalıştıran biziz, ne de onun rızkını veren biziz. Hele bu söz dinlemeyen, evladımızsa, daha çok kızarız. Allahü teâlâ, (Bütün kullar benim ıyalim) buyuruyor. Yani hâşâ, benzetmek gibi olmasın, bir aile efradı nasılsa, bütün kullar öyle. Böyle bir yüce Rabbe karşı ki, Cenab-ı Hak, (Eğer benim size verdiğim nimetleri yazmak için, bütün ağaçlar kalem olsa, bütün denizler mürekkep olsa, bu nimetleri yazsa, deryalar biter, yine benim verdiğim nimetler bitmez) buyuruyor. Güneş, ay ve bütün yıldızlar, topraktaki bütün bitkiler, bütün böcekler, havadaki mikroplar, karadaki ve denizlerdeki hayvanlar, kâinatta aklımıza gelebilen ne varsa, Allahü teâlâ, (Bunların hepsini sizin istifadeniz için yarattım) buyuruyor. Bundan mutlaka dolaylı veya dolaysız, insanlara fayda vardır.
Namaz kılmayan bir insan, böyle yüce olan Allah’a, bize bu kadar nimetler bahşeden Rabbimize, hayır diyor, ben gelmiyorum diyor. Ezanda, (hayye-alel-felâh) yani kurtuluşa gelin deniyor. Kurtuluşun namazda olduğu bildiriliyor. Namaz kılmayan ise, (Ben gelmiyorum) diyor. Öğleyin, ikindi, akşam, yatsıda bir daha, gelin kurtuluşa… Namaz kılmayan ise yine, (Ben gelmem) diyor. Yani boğulmakta olana diyorsunuz ki, uzat şu elini, seni boğulmaktan kurtaracağım, vermiyorum diyor. Yahut da damdan düşmek üzere olan adama, gel diyorsunuz, elini tutacağım, gelmiyorum diyor. Ne deriz sonunda. Kardeşim ne yapayım, bu kadar el uzattık. Ömrümüz boyunca kurtuluşa gel deniyor, gelmiyor. Ondan sonra da çukura düşüyor. Sonra da, (Ya Rabbi niçin attın beni buraya?) diyecek, hiç böyle şey olur mu?

Posted Temmuz 26, 2009 by bulutbey79 in kurtuluşa gelin